Karacabey denince akla gelenler

Loading...

Salı

az bulutlu

14℃

Çarşamba

az bulutlu

14℃

Perşembe

parçalı bulutlu

15℃

Cuma

hafif yağmur

13℃

Cumartesi

hafif yağmur

11℃

HAVA DURUMU

14℃

Ayı Barınağı 
1994 yılında sokaklarda oynatılan ayıların toplatılması için başlatılan “Libearty- Türk Ayı Projesi” 1996 yılında Karacabey-Ovakorusu sahasında 4.5 ha.lık alanda ayılar koruma altına alınmıştır. Mevcut alana 5 Ha yeni arazi eklenerek büyütülmektedir. Projeye Alman Pro-Animale kurumu sponsor olarak katılmıştır. Ayı barınağında halen 57 ayı bulunmaktadır. Yurdun dört köşesinden getirilerek, Karacabey'deki barınaklarında özgürlüklerine kavuşan "oyuncu ayılar" ülke dışındaki hayvanları koruma derneklerinin desteğine sahip. Karacabey ve Bandırma yöresindeki kuruluşların gıda yardımları gönderdiği ayı barınağı kendi alanında dünyada en iyi sonuç veren proje olarak gösteriliyor. Karacabey'e bağlı Yeniköy'de Dünya Hayvanları Koruma Derneği'nin desteğiyle oluşturulan doğal barınaklar, sokaklarda dolaştırılan, eziyet çektirilen ayılara özgür bir dünya sundu. 1993 yılında hazırlanan rehabilitasyon projesi çerçevesinde doğal yaşama hazırlanan dansçı ayılar, yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çekiyor. Merkezi İngiltere'te bulunan Dünya Hayvanları Koruma Derneği'nin (SPA) maddi desteği ve Orman Bakanlığı ile Uludağ Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi'nin işbirliği sayesinde 'dansçı ayıları' korumak amacıyla Yeniköy'de doğal barınak kurdu. 1993 yılında başlatılan rehabilitasyon projesi çerçevesinde, Uludağ Üniversite'sinde doğal yaşama hazırlanan dansçı ayılar, daha sonra Yeniköy'deki doğal barınaklarına nakledildi, îlk anda 16 adet ayının salındığı barınakta, bugün 50 civarındaki ayılar yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çekmekte. Yeniköy istikametine gelenlerin uğramadan geçemediği ayı barınağının amacına ulaştığını belirten üniversite yetkilileri, SPA'nın maddi desteğini çekmesinin ardından, Almanya'daki hayvanları koruma derneklerinin desteği alınarak sokaklarda oynatılarak eziyet çektirilen dansçı ayıların Yeniköy'deki barınak sayesinde özgürlüklerine kavuşmaları sağlandı. Böylece, dünya çapında başlatılan "dansçı ayılara özgürlük" Yeniköy'de noktalanarak, tonlarca yiyecekle beslenen dansçı ayılara ziyaretçilerin gözleri önünde 'özgür bir dünya' sunuldu. Dansçı ayıların Yeniköy'deki barınaklarında kış uykusuna yatma isteklerinin azaldığı gözlenmiştir. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız yetkililer, kış uykusunun söz konusu olması için iklimin oldukça soğuk olması gerektiğini vurguluyorlar. Ilıman iklime sahip Yeniköy'de, ayıların ancak karlı hava koşullarında kış uykusuna yatabildiğim söyleyen yetkililer, çok soğuk günlerde ayıların bu özellikleri nedeniyle barınağa uğramadıklarım belirtiyorlar. Yurdun her yanında barınağa getirilen dansçı ayıların çoğalmalarını engellemek için burada kısırlaştırıldıkları açıkladı. Etlik piliç fabrikalarının artıklarıyla, yöre esnafı ve halkın yiyecek yardımıyla beslenen oyuncu ayılar, gün geçtikçe ziyaretçi sayısında artış sağladılar. SPA, maddi desteğini çekmesine karşın, iletişimini sürdürmekte ve şu gerçeğin altını çizmektedir: "Dünyanın birkaç yerinde, örneğin İtalya ve Yunanistan'da bu program uygulandı. Ancak içlerinde en verimli ve üstün başarı elde edileni Yeniköy'deki proje oldu. 
Karacabey Harası Tigem (Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü)  
Türkiye'nin en köklü ve büyük Tarım İşletmelerinden olan Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü, eski adıyla "Karacabey Harası", Bursa-İzmir karayolunun 78. kilometresinde Karacabey ve Mustafakemalpaşa ilçe merkezleri arasındadır. İşletmenin kuruluşu Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş yılları ile aynı olup, 1300 yıllarında Sultan Orhan Gazi'ye Kayınpederi Köse Mihal tarafından çeyiz olarak verilen arazi işletmenin nüvesini teşkil etmiştir. Böylelikle oluşan saltanat hasına Murat Hüdavendigar döneminde (salt. 1362-1389) "Gerdeme", Mahmut II. döneminde (salt. 1808-1839) "Kayseri" ve "Kabaağaç", Abdülaziz döneminde (salt. 1861 1876) "Çörekli" ve "Haremağılı", Abdülhamit II. döneminde (salt. 1876-1909) de "Gönü", "Çeribaşı" ve "Melde" çiftlikleri beklenmiştir. Böylelikle birleştirilen Tarım toprakları 1881 yılında bir padişah fermanı ile, ülkenin çeşitli yerlerinde oluşturulan "Çiflikat-ı Hümayun" (padişah veya saray [devlet] çiftlikleri) kapsamında ve "Hamidiye Çiftlikat-ı Hümayunu" adıyla işletilmeye başlanmıştır. Çiftlikat-ı Hümayun kapsamındaki çiftlikler ve bu arada Karacabey çiftliği, saltanatın kaldırılmasından sonra 1924 yılında Hazine'ye devredilmiş ve Ziraat Vekaleti'ne bağlanmıştır. Daha sonra 29 Mayıs 1926 tarihinde T.B.M.M'ce kabul edilen 867 sayılı yasa gereğince yeniden örgütlenmiş ve adı "Karacabey Harası" na dönüştürülmüştür. 1929'da "Poyrazbahçe Çiftliği" de kamulaştırılarak hara arazisine katılmış, böylelikle işletmenin büyüklüğü 87.442 dekara ulaşmıştır. 20 Mayıs 1983 tarihinde 60 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereği Hara,inekhaneler ve Devlet Üretme Çiftlikleri bir çatı altında toplanarak Kamu İktisadi Kuruluşu statüsünde Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü oluşturulmuş, İşletme de bu Genel Müdürlüğe bağlı Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü adı ile görev sahası genişletilerek yüksek verimli damızlık üretimi yanında bölge çiftçilerinin ihtiyacı olan kaliteli ve yüksek verimli tohumluk üretimi görevin! yüklenerek çalışmalarına devam etmektedir. İşletmenin Kuruluş Amacı ve Görevleri İlk kuruluş yıllarında ordunun at ve Sarayın hayvansal ürün ihtiyacını karşılamak amacı ile çalışmalarını sürdüren İşletme 1926 yılında çıkarılan 867 sayılı kanunla Karacabey harası adı ile ziraat vekaletine verilerek bölge ve Türkiye hayvancılığının ıslahı ve safkan Arap atı yetiştiriciliği yönünde başarılı çalışmalar yapmıştır. 1983 yılında TİGEM çatısı altına alınan işletme, damızlık hayvan yetiştirip üreticiye dağıtma yanında bölge şartlarına uygun hububat, Ayçiçeği, Mısır, Yem Bitkileri tohumculuğu yetiştiriciliği ve çiftçiye intikal görevini üstlenerek çalışma konularını genişletmiştir. Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü'nün Türk Tarımı ve Ekonomisine Katkıları Cumhuriyetin ilk yıllarında Karacabey Harası adı ile faaliyetlerine başlayan İşletme bölge ve Türkiye hayvancılıgının ıslahı ve Safkan Türk Arap atı yetiştiriciliği yönünde başarılı çalışmalar yapmıştır, İşletme kuruluş yıllarında Türkiye de ilk defa hayvan ıslahında sun'i tohumlama çalışmalarına başlamış bu çalışmaların Türkiye çapında yaygınlaşmasına önderlik yapmıştır. İşletme kuruluş yıllarında Avusturya Macaristan'dan getirdiği Esmer sığır ırkı ile yerli boz ırkı melezleyerek Türkiye hayvancılığına, bölge ülke şartlanna daha iyi adapte olan kombine Karacabey Esmeri sığır ırkını kazandırmıştır. Koyunculuk ıslahı çalışmalarında Alman Elçi Merinosu ile Yerli Kıvırcık ırkı melezleyerek Karacabey Merinosu (Türk Merinosu) koyun ırkı elde edilerek yetiştiricilere dağıtılmıştır. İşletmenin bitkisel üretime dönük Tarla Tarımı ve Çayır Mera şubelerinde hayvansal üretim için gerekli olan çayır otu, yonca ve silajlık mısır üretimi yapılmaktadır. İşletme TÎGEM'e intikal ettikten sonra hayvancılık çalışmaları yanında çevre ve bölge şartlarına uygun orjinal. kademeli Hububat mısır, ayçiçeği ve yem bitkileri tohumluğu yetiştirerek ülke çiftçisinin hizmetine sunmaya başlamıştır, işletme bu çalışmaları safkan Türk Arap atı ve dejenere olarak başlayan Türk çoban köpeği kangal (karabaş) ve karbeyaz (akbaş) çoban köpeklerine seleksiyona tabi tutarak ırk özelliklerinin muhafazası ve ihtiyaç sahiplerine intikali görevlerini de yürütmektedir. İşletme tohumculuk ve damızlık hayvan yetiştirme ve dağıtımı faaliyetleri esnasında yılda ortalama 5000 ton civarında çeşitli kademede buğday tohumluğu, 50 ton civarında ayçiçeği tohumluğu, 2000 ton hibrit mısır tohumluğu, 60 ton fiğ tohumluğu, ortalama 300 baş sığır, 500 baş damızlık koyun ülke çiftçisinin ihtiyacına sunulurken yılda ortalama 300 baş safkan Türk çoban köpeği ve 100 baş Türk Arap atı damızlık olarak yetiştiricilere sunulmaktadır. İşletme yetiştiricilik faaliyetlerini yürütürken çalıştırdığı işçi ve memur olmak üzere yaklaşık 300 aileye direkt, en az 300 aileye endirekt olarak iş imkanı sağlarken ülke ekonomisine de  katkı sağlamaktadır.
Yarış Atları Türkiye Jokey Kulübü Karacabey Pansiyon Harası  
Resmi açılışı 01 Mart 2001 tarihinde yapılan TJK Karacabey Pansiyon Harası, Türkiye Jokey Kulübü bünyesinde hizmet veren Türkiye’nin en büyük ve tek safkan ingiliz cinsi yarışatı yetiştiren daimi pansiyoner Harası’dır. Atlar, boks adı verilen ve yaklaşık 12 m2 genişliğindeki localarda kalırken, 50 bokstan oluşan yapı Tavla olarak adlandırılmaktadır. Hara’da 13 tanesi 50’lik, 1 tanesi 93’lük ve 1 tanesi de 97’lik olmak üzere toplam 790 adet kısrak boksu mevcuttur. Bununla birlikte, 4 tavladan oluşan 16 boksluk aygır kompleksinin yanısıra 10 boksluk karantina tavlası da mevcuttur. Yaklaşık 5000 dönüm arazi üzerine konuşlandırılan Karacabey Pansiyon Harası’ndaki atlar “padok” ismi verilen etrafı demir borularla sınırlı otlak alanlara çıkarılmaktadır. 3608 dönümlük padok alanı ile Karacabey Pansiyon Harası en büyük padok alanına sahip haradır. Aygırlar hariç Haradaki tüm atlar, Mayıs-Kasım ayları arasındaki 6 aylık yaz dönemde yaklaşık 17 saat (gece dahil) nöbetçi seyislerin nezaretinde padoklara çıkarılırken, Kasım-Mayıs arasındaki diğer 6 aylık kış döneminde 17 saat bokslarında, 7 saat ise dışarıda padoklara tutulurlar. Bunun yanısıra, taylarından ayrılarak sütten kesilen kısraklarla, o sene gebe kalmayı başaramamış kısraklar kendilerine tahsis edilen padoklarda Ekim ayının sonlarına kadar 24 saat esası üzerinden kalırlar. Bu süre zarfında kısrakların yemleri padok içine dizilmiş lastik yemlere konmak suretiyle verilir. Kısraklar günde 2 kez ilgili seyisler, 1 kez de ilgili veteriner hekimler tarafından padokta kontrol edilirler. 9 veteriner hekim, 8 veteriner teknikeri, 1 yabancı hara danışmanı, 1 Türk hara danışmanı, 1 ziraat mühendisi, 130 seyis ve 54 kişiden oluşan idari işler, teknik personel ve güvenlik birimiyle beraber toplam 204 kişi 3 vardiya üzerinden görev yapmaktadır. TJK’nın tüm Hara ve Aşım istasyonlarında olduğu gibi Karacabey Pansiyon Hara’da da Aşım Sezonu her yıl Şubat ayının 15’inde başlayıp, Haziran ayının 30’una kadar devam eder. Bunlardan biri “Daimi Kısraklar”, diğeri de “Misafir Kısraklar”dır. Misafir statüsündeki kısraklar gebeliklerinin teyit edildiği 45.güne kadar Haramızda ikamet edip, takip eden 10 gün içerisinde sahipleri tarafından Haramızdan alınmaktadırlar. Daimi kısraklar ise, atsahibi başka haradaki bir aygırı tercih etmediği sürece Karacabey Pansiyon Harası’ndan ayrılmamakta ve reprodaktif yönden 2 sene üst üste tersi bir husus görülmedikçe 20 yaşını dolduruncaya kadar kalabilmektedirler. Kısrağın kendisi veya yavrularından herhangi biri (G1), (G2) veya (G3) diye tanımlanan Açık Koşuları kazanmışlarsa o zaman yönetmelikler gereği sözkonusu kısrakların haramızdaki kalış süreleri uzatılmaktadır. Haramızda daimi statüde bulunan kısrakların doğurdukları taylar (foaller) da otomatik olarak daimi statüye sahip olurlar. Taylar yaklaşık 6 ay olduklarında sütten kesilirler (wean). Sütten kesilen annesinden ayrılmış ve bir yaşını doldurmamış taylar weanling olarak adlandırılır. Kısraklar taylarının yanından alınarak, günün 24 saati kalacakları padoklara götürülürken, tüm weanlingler aynı tavlada herbiri için ayrı olarak tahsis edilmiş bokslarda ikamet etmeye başlarlar. Oldukça sosyal bir canlı olan atlar, bir gruba ait olma-grupla beraber yaşama içgüdülerini evcilleşmelerine rağmen jenerasyonlar boyunca muhafaza etmişlerdir. Sütten kesilmelerinin ardından ilk kez birarada padoklara salındığı günden başlayarak kendi hiyerarşilerini ve sosyal düzenlerini kurmaya başlarlar. Baskın (Dominant) karakterdekiler grup içinde daha aktif gözükürken, çekinik (submissive) karakterdekiler grup hareketlerinde kendilerini biraz daha geri plana çekerler. Ancak, genel grup hiyerarşisinin yanısıra kendi aralarında da kompleks ikili bir hiyerarşiye de sahiptirler. Weanlingler (annelerinden ayrılmış ancak 1yaşına girmemiş taylar) arpa, yulaf, kıyılmış yonca, soya, mısır, yağ ve vitamin katkı maddelerinden oluşan belli bir rasyonda birleştirilen karışım yemi yerler. Bu rasyon içindeki protein, enerji, Ca-P (Kalsiyum/Fosfor dengesi) ve diğer mineral ve vitaminler tayın gereksinimlerini karşılayacak niteliktedir. Gelişimlerini yakından takip edebilmek için tüm taylar Haramızı terk ettikleri güne kadar her 15 günde bir tartılmakta, ayda bir kez tırnak ve ayak bakımları yapılmakta ve bu değerlerlerdeki varyasyonlar yakından izlenmektedir. Weanlingler, yeni gelen sene ile birlikte 1 yaşlarını doldururlar ve artık YEARLİNG olarak adlandırılmaya başlarlar. Weanlinglere uygulanan prosedür aynen yearlingler için de geçerlidir. Yearlingler, yaklaşık 20-23 aylık olduklarında atsahipleri tarafından Haramızdan alınanarak idman edilmek üzere hipodromlara getirilirler. İlk doğduğu gün 50 kilo civarında küçük, savunmasız ve tamamen annesine bağımlı olan tay, 2 yaşına girmesinin arifesinde, güçlü, kendine güvenen, ergin ağırlığın %90’ına ulaşmış yaklaşık 450 kiloluk yarışatı olarak Karacabey Pansiyon Harası’nı terk eder. 
KARACABEY SOĞANI  
Türkiye'nin Ekonominin temellerini tarımsal ürünlerin oluşturduğu Karacabey'de, verimli topraklardan bereket fışkırır. Son yıllarda modern tarım tekniklerini de üretim faaliyetleri arasına katan yöre çiftçisi, büyük çaptaki soğan üretimi nedeniyle de ‘soğan ambarı' unvanı almasını sağlamıştır. Karacabey denilince akla ilk gelen, ünlü ovasında yapılan tarım etkinliğidir. Tarımsal üretimiyle ülkemizin önde gelen bölgesi olan Karacabey Ovası'nda, 66.366 hektarlık arazide çoğunlukla tarla bitkileri yetiştiriciliği yapılmaktadır. Türkiye'nin soğan ambarı olarak bilinen Karacabey'in yerli cins soğanları, acılığının yemek pişirme sırasında eriyip, kaybolması nedeniyle ev hanımlarının en çok aradığı bir soğan türüdür. Soğan içerdiği vitaminler yanında mineral maddeler ve diğer besleyici maddelerle zenginliği, bu mükemmel kültür sebzesinin üretim ve tüketiminin her geçen gün artmasına neden olmaktadır. Soğan iklim isteği yönünden seçicidir. Gün uzunluğu ve sıcaklık, soğan yetiştirmeyi sınırlayan iki önemli unsurdur. Bitkinin erken gelişme döneminde serin havaya ihtiyaç vardır. Fakat baş bağlama ve başın büyümesi için havanın sıcak olması gerekir. Soğan, besin değeri yeterli, hafif bünyeli topraklarda başlayarak tınlı ve nihayet pek ağır olmamak şartı ile hafif killi topraklarda da yetiştirilebilir. Soğan tarımına en uygun topraklar gevşek yapıda yeterli miktarda su tutabilen, Kök sisteminin yayıldığı sahalar serin, humuslu ve kolayca işlenebilen verimli topraklardır. Soğan yetiştirilecek arazide eğer önceden baklagillerden birinin tarımı yapılmışsa, arazide soğandan gayet iyi verim alınır. Soğanın aynı yere arka arkaya kesinlikle ekilmemesi ve ancak en az üç yılı bir aynı yere soğan ekilmesi tavsiye olunur. Soğanın çeşit ayrımında önemli rol oynayan şekil faktörü bakımından dünya pazarında en fazla arananlar yuvarlak ve yakın şekilli olanlardır. Tohumluk yetiştirme ve bakım şartları elverişli olmak şartıyla çeşitlerin iriliğine göre dekardan 750 - 3000 kg. arasında ürün alınabilir.
Longoz Ormanları 
Karadağ'ın Yeniköy'e uzanan bölümde ayrıca Longoz ormanı dikkati çekmektedir. Longoz ormanlarında karaağaç, söğüt, dişbudak ve kızılağaç çeşitlerinin yanı sıra halen yaban atlarının bu güzel ortamda yaşam bulduğu saptanmıştır. Bölgede Akdeniz bitki örtüsüne sahip maki florası bulunur. Türkiye'de ve dünyada eşine az rastlanır türdeki Longoz ormanlarında bulunan ağaçlara sarmaşıklar ve nilüfer çiçekleri eşsiz bir güzellik katar. Bu bölgede yer alan poyraz ve dalyan göllerinde bol miktarda turna, sazan, yılan balığı ve kefal yaşar. Su kuşlarının üreme ve barınak sahası olan bu göllerde su ve kara(ördek) avcılığı yapabilmektedir. Ancak orman sahası kara avcılığına kapalıdır. Longoz ormanlarının karşısında Ovakoru mevkiinde ise sülün üreme istasyonu mevcut olup, 10 hektarlık bir alanda, yılda 5 bin adet sülün yetiştirilip, doğal yaşama başlamaları için Akdeniz, Ege, Karadeniz, bölgelerindeki ormanlara . gönderilmektedir. Aynı bölgedeki dansçı ayı barınağında ise, meydanlarda oynatılarak sırtlarından para kazanılan birçok ayı kendilerine uzatılan yardımlarla özgürce barındıkları doğal yaşam ortamı bulmuşlardır. Bir zamanlar dünyada nesli tükenmekte olan yaban mandaların da bulunduğu bu bölge, halen kaliteli kaynak suları ile şu anda alabalık üretimi yapan çiftliklere ev sahipliği yapmaktadır. Gerek Karadağ ormanları, gerekse Susurluk ırmağının Kocadere kolu bölgede yeni spor dallarının müjdecisi olarak insanoğluna tekrar kucak açmaya hazırlanıyor. Keşfedilmeyi bekleyen ormanın derinlikleri, sahip oldukları yollarla doğal güzelliklerinin kapısını aralarken, dağ sporu ve yürüyüş meraklılarına 'geç kalmayın' çağrısı yapıyor. Geniş dere yatakları, az dönemeçli düzgün akış yönüyle Kocadere, doğal liman özelliklerini fazlasıyla taşımakta. Her yanı ağaçlık ve yeşilliklerle kaplı dere, aynı zamanda su sporlarına elverişli durumda. Gelecekte, ormanlarının ve kirlilikten kurtulması halinde derelerinin bölgedeki sosyal ve ekonomik yaşama büyük katkıları beklenen Yeniköy, adından uzun yıllar söz ettirecek bir oksijen merkezi olmaya aday. Kısaca Yeniköy, göz kamaştıran, mis kokulu ormanı, pırıl pırıl denizi, alabildiğine geniş temiz kumu, şeker gibi soğuk suyu, eşsiz güzellikteki piknik yeri, dağ ve denizle birleşen nehirlerinin su sporlarına olanak tanıması, iştah kabartıyor 
HÖŞMERİM 
Mezopotamya'dan Orta Asya steplerine ve yeniden Anadolu'ya gelen, Orta Doğu ile Avrupa'da tarım ve hayvancılık ile uğraşan toplumlarda peynirin bundan sekiz ya da onbin yıl önce Mezopotamya veya Indus vadisinde hayvan güden çobanlarca bulunduğu sanılmaktadır. Bursa Karacabey Höşmerim bİr peynİr tatlisidir HÖŞMERİM, hayvancılıkla uğraşanların bulduğu nefis tatlıdır. Köylerde kadınların veya kırlarda çobanların düğünlerde, bayramlarda, özel günlerde Mihaliç (Karacabey’in eski adı) peynirini pişirip o günkü bal, pekmez veya şeker ile tatlandırıp misafirlerine ikram ettikleri, tadına doyum olmayan bir lezzettir. KONAK PASTANESİNİN KURUCULARINDAN HALUK ERİŞ’İN HÖŞMERİMLE İLGİLİ ANILARI “Çocukluk yıllarımda hıdrellez zamanı ilçenin eşrafı ve kamu yöneticileri bir araya gelip, Ağa Değirmeni mevkiinde piknik yapmaya gidilirdi. Şahinköylü İsmail ve Mehmet Ağa koyun kesip, çobanlarına HÖŞMERİM yaptırırlardı. HÖŞMERİM daha ziyade sürü sahiplerinin evlerinde kadınlar tarafından misafirler için hazırlanırdı. Karacabey'de HÖŞMERİMin eşsiz tadını ticari anlamda ilk kez halka sunan, meşhur HÖŞMERİM ve peynir tatlıcısı Hasan TÜZÜN adlı ustamızı saygıyla anıyoruz. İlçemizden dönemin Cumhurbaşkanları ve Başbakanlarına armağan olarak gönderilen bu güzel ürünün tanıtımında Hasan ustanın başarısını unutamayız.” GERÇEK HÖŞMERİM NASIL YAPILIR ? Ağıllarda, mandıralarda, evlerde, köylerde süt mayalanarak teleme yapılır, sıcak su ile kırılarak süzülür ve Mihaliç peyniri haline getirilir. Mihaliç peyniri çatalla ezilerek bir tencereye konur. Kümesten alınan taze yumurta ile Mihaliç peyniri iyice yoğrulur. Ateşin üzerine konulur ve pişirilir. Mihaliç peyniri pişince içerisine ekmeklik undar peynir toplanana kadar un katılır. Mihaliç peynirinin ve unun yağı çıkıncaya kadar hafif ateşte yaklaşık bir saate yakın pişirilir. Kazan ateşten indirilerek içerisine toz şeker yedirilir ve demlenmeye bırakılır. Ilık olarak yenir. Günümüzde HÖŞMERİM yapımı köylerde, mandıralarda, ağıllarda ve Karacabey’de Konak Pastanesi'nde orjinal özellikleri korunarak devam ettirilmektedir. Mihaliç*(kelle) peynirimiz Türkiye çapında biliniyor ve ismen isteniyor. HÖŞMERİM de taze tuzsuz Mihaliç peynirinden yapıldığı için gururla ve önemle belirtelim ki, KARACABEY TATLISIDIR. Yöresel olarak HÖŞMERİM yapılışında farklılıklar göze çarpmaktadır. Günümüzde piyasaya sürülen HÖŞMERİM çeşitlerinin peynirin içine şekerli su, sonra irmik veya irmiğin üzerine şekerli peynir suyu katılarak yapıldığı görülmekte olup, bunlar insanlarımıza sadece peynirli sütlü helva tadını verir. Kısa zamanda sulanan bu tür ürünlerde gerçek HÖŞMERİM tadını bulmak zorlaşır. HÖŞMERİMİ YAŞATMAYI SÜRDÜREN KONAK PASTANESİ Yaşlı çobanlardan, mandıracılardan, ilçe, köy hanımlarından ye yöresel ustalarımızdan derleyerek eski lezzeti 1970 yılından beri Karacabey’deki Konak Pastanesi HÖŞMERİME KARACABEY TATLISI olarak sahip çıkmaktadır. MİHALİÇ PEYNİRİ VE KARACABEY HÖŞMERİMİNE PATENT VE FESTİVAL Son yıllarda Karacabey’de koyunculuğun azalmasıyla birlikte, Mihaliç peyniri yapımına Gönen ve Manyas civarındaki mandıralarda devam edilmekte, birçok firma bu peynirin adını Mihaliç peyniri olarak korumaktadır. Karacabey’den yükselen süt devi SÜTAŞ kendi ilçesinin bu nefis tadını Türkiye ve dünya sofralarına taşımaktadır. Karacabey’in eski adıyla anılan unutulmaz lezzetlerden Mihaliç Peyniri ile Karacabey HÖŞMERİMi için patentlerinin alınması gerektiğine ve ıhlamur festivali nasıl ki Yeniköy’de gerçekleştiriliyorsa, Mihaliç Peyniri ve HÖŞMERİM festivalinin de Karacabey’de düzenlenmesi gerektiğine inanıyorum. Yapılacak etkinliğin Karacabey’in tanıtımına ve gündemde kalmasına büyük fayda sağlayacağını umuyorum. (*) Mihaliç, Karacabey’in eski adı olup, höşmerim çeyrek asır öncesine kadar bölgenin koyunculukla ünlü bu şirin ilçesinden çıkan unutulmaz bir lezzet güneşidir. Limonata ile birlikte tüketilmesi tavsiye edilir. Günümüzde dondurmalı HÖŞMERİM olarak talep edilmektedir.  
MİHALİÇ ( KELLE ) PEYNİRİ  
Yöresel peynirlerimizden olan Mihalıç peyniri, özellikle Bursa, Balıkesir il merkezleri ile bunlara bağlı Karacabey Mustafakemalpaşa, Manyas, Bandırma, Erdek, Gönen ye Savaştepe ilçelerinde üretilmektedir. ilk olarak Karacabey'de yapıldığı için bu ilçenin eski adı olan Mihalıç adım almıştır. Yaklaşık 200 yıllık bir geçmişe sahip olan bu peynir, Osmanlı döneminde, şimdiki Karacabey harasmın bulunduğu Mihalıç yöresinde, hayvancılıkla uğraşan göçmen Arnavutların öncülüğünde yapılmıştır. Halk arasında "Mağlıç", "Mahlıç" veya Manyas, Gönen ve Bandırma yörelerinde olduğu gibi "Kelle" peyniri olarak da bilinmektedir. Standart bir üretim şekli olmayan Mihalıç peyniri, peynir ustalarının bilgi, gelnek ve göreneklerine göre önceleri 100 koyun sütü kullanılarak çiğ sütten yapılırken günümüzde ise hem tüketicinin peynirde koyun kokusunu tercih etmemesi hem de koyun sütunun yeterli miktarlarda üretilmemesine bağlı olarak ya sadece inek sütünden ya da inek-koyun-keçi sütlerinin karıştırılması ile elde edilmektedir. Kendine has kokuşu ve lezzeti ile birlikte içerdiği yaklaşık 33 rutubet ve 8 tuz miktarına bağlı olarak sert ve dayanıklı, ayrıca bi-leşiminde 30 yağ ve 26 protein bulundurması nedeniyle de besleyici özelliği yüksek olan bir peynirdir. Mihalıç peyniri sert ve tuzlu peynir çeşitlerinden olup, kesit yüzü homojen olmayan delikli bir yapı göstermektedir. Dışta beyaz renkte 3-4 mm'ye varan sert, parlak bir kabuk, bunun altında peynire has karakteristik bir görünüm kazandıran sarımtırak beyaz renkte orta kısım ve kenarlara doğru gidildikçe azalan 2-4 mm'lik yuvarlak gözeneklerin varlığı oldukça tipiktir. Tüketiciler tarafından, iri gözenekli ve daha şişkin "kabarmış" peynirler tercih edilmektedir. Peynirin şekil, büyüklük ve ağırlık açısından standart bir formu olmamakla birlikte genellikle yaz aylarında 2.5-3 kg'lık, kış aylarında ise 4-5 kg'lık kelleler halinde üretilmektedir. Standart bir yapım teknolojisi ve peynire karakteristik özelliklerin! veren starter kültürünün olmayışından dolayı çiğ ya da yetersiz ısıl işlem görmüş sütlerden üretilen Mihalıç peynirlerinin 4"C'lik soğuk depolarda salamura içerisinde en az 3 ay olgunlaşma süresini tamamladıktan sonra tüketime sunulması gerekmektedir. Günümüzde sağlık problemleri nedeniyle insanların genellikle az tuzlu ve taze peynirleri tercih etmeleri, hayvanlardan insanlara geçebilen zoonoz hastalık etkenleri yönünden bu tip peynirlerin önemini artırmaktadır. Bu nedenle çarşı ve pazarlarda açıkta satılan ve genellikle olgunlaşma süresini tamamlamadan taze olarak tüketime sunulan peynirlerin her zaman için bir risk taşıdığı, vakum ambalajlı, etiketli olarak sahsa sunulan peynirlerin ise sağlık açısından daha güvenilir olduğu unutulmamalıdır.   
Ulubatlı Hasan 
Ulubatlı Hasan (Ulubat, Karacabey, Bursa; d. 1428 - ö. 29 Mayıs 1453; İstanbul), İstanbul'un fethi sırasında Doğu Roma (Bizans) surlarına ilk sancağı diken efsanevi Osmanlı askeri. Bugüne kadar Sipahi veya Yeniçeri şeklinde kurgulanmıştır. Ulubatlı Hasan, İstanbul'un fethi sırasında surların üzerine çıkan ilk Türk askeridir. Osmanlı ordusu Fatih Sultan Mehmed kumandasında 6 Nisan 1453 Cuma günü İstanbul'u kuşattı. 29 Mayıs 1453 Salı günü sabaha karşı son saldırı yapılıyordu. Yeniçeriler arasında iriyarı Ulubatlı Hasan adlı bir asker surlara tırmanmaya başladı. Bir elinde palası, öteki eli ile kalkanını başının üstünde tutarak surların üstüne çıktı. Onunla birlikte otuz kadar yeniçeri de surlara tırmandı. Ulubatlı Hasan yaralanmasına rağmen, arkadaşlarının surlara çıkmasına yardım etti. Ayağı taşa takılarak surlardan aşağı düştü. Yukarıdan atılan oklarla şehid edildi. Ancak yeniçeriler, açılan gediklerden içeri girerek şehri ele geçirdiler. Ulubatlı Hasan o dönemin kaynaklarında yer almamaktadır. İstanbul'un fethi sırasında bizzat bulunan Bizanslı tarihçi Francis'in orijinal eserinde Ulubatlı Hasan'ın ismi geçmiyorken, daha sonraki tarihlerde Francis'in eserine geniş ilaveler yapan Melissinos'un yazdığı kitapta yer almaktadır. Melissinos, Francis'in eserine yaklaşık dört misli daha ilave yapmıştır. Bunlardan biride İstanbul surlarına ilk Türk bayrağını diken Ulubatlı (Lupadionlu) Hasan'dır. Birçok tarihçi ve araştırmacı, Melissinos'un eseri renklendirmek için bu tür hikayeler uydurduğu ve Ulubatlı Hasan'ın aslında hayali olduğu kanaatindedir. Bir diğer dayanak ise şehrin fethedilişi sırasında o kargaşada surlara bayrağı ilk diken kişinin isminin sağlıklı bir şekilde zikredilmesinin mümkün olmayacağıdır. Gerek Osmanlı kaynaklarında, gerekse İstanbul'un fethi sırasında bulunmuş yabancı tarihçilerin eserlerinde Ulubatlı Hasan'dan bahsedilmemektedir. Melissinos'un ilaveli eserinde hangi kaynaklardan yararlandığı bilinmemektedir. Gerçekliği tartışmalı olsada Ulubatlı Hasan, İstanbul'un Türkler tarafından fethedilişinin simgesi olmuş ve Türk mitolojisinin bir parçası haline gelmiştir.
Uluabat Gölü - Uluabat Kuş Cenneti - Nilüfer - RAMSAR 
Ulubat Gölü (Apolyont gölü) Bursa İli Karacabey İlçesi’nin batısında yer alan Uluabat Gölü, ilçe merkezine 5 km uzaklıkta. Ulubat Gölü 136 km² yüzölçümlü bir göldür. Uzunluğu 24 kmgenişliği 12 km derinliği 2-3 m. en derin yeri 10m. denizden yüksekliği 5 m.dir. Bu yayvan çanaklı gölde yağışlardan sonra kabarma ve çukur yerlere taşkınlar olurbu sıralarda gölün yüzölçümü 160 km² yi geçer. Kirmasti çayı ile beslenir bir ayak ile suları Simav çayına dökülür. Gölde balık çoktur (yayın sazan turna…). Bir kısım köyler balıkçılıkla geçinir. Gölün ortalama derinliği 2.5 metredir. Büyük bir bölümü oldukça sığ olup, bu kesimlerdeki derinlik 1-2 metre arasında değişmektedir. En derin yeri Halilbey Adasındaki 10 metreyi bulan çukurluktur. Gölün kuzey kıyıları diğer kesimlere göre nispeten girintili çıkıntılıdır. Kuzeyde kalker yapılı iki yarımada (Eski karaağaç ve Gölyazı ) bulunmaktadır. Yine göl içerisinde yapılarında kalkerlerin egemen olduğu 7 adet ada bulunmaktadır. Bu adaların en büyüğü Halilbey adasıdır. Göl suyu koloidal kil ihtiva ettiği için sürekli bulanıktır ve dolayısıyla ışık geçirgenliği çok azdır. İlkbaharda göle giren süspanse maddelerin artışına bağlı olarak ışık geçirgenliği 22 cm.ye kadar düşebilmektedir. Göldeki fitoplanktonların baskın durumuna göre göl suyuna bazen yeşilimsi-sarı, bazen de grimsi-sarı renkler hakim olmaktadır. Gölü besleyen en önemli su kaynağı Mustafakemalpaşa Çayı’dır. Göl dibindeki ve çevresindeki karst kaynakları ile yağışlı dönemlerde göle ulaşan küçük dereler gölün beslenmesine katkı sağlamaktadır. Ayrıca, gölün güneybatısındaki tarım alanlarının drenaj suları da göle verilmektedir. Göle giren su miktarı mevsimlere ve yıllara göre büyük değişiklik göstermektedir. Gölün fazla suları gölün batısındaki Uluabat Deresiyle Susurluk Çayı’na ve bu çay vasıtasıyla da Marmara Denizi’ne boşalmaktadır. Ancak, göl su seviyesi Uluabat Deresinin altına düştüğünde dere göle doğru akışa geçerek gölü beslemektedir. Ayrıca, göden pompalarla su çekilmekte ve göl çevresindeki 6350 hektar tarım arazisi sulanmaktadır. Göl, başta su ürünleri üretimi olmak üzere sulama suyu amacıyla kullanılmaktadır. Uluabat Gölü etrafında Gölyazı ve Akçalar Beldeleri ile Fadıllı, Akçapınar, Doruk, Uluabat, Kumkadı, Karaoğlan, Gölkıyı ve Eskikaraağaç köyleri yer almaktadır. Uluabat Gölü, sucul bitkiler yönünden ülkemizin en zengin sulak alanlarından biridir. Gölün hemen hemen bütün kıyıları geniş sazlıklarla, sığ kesimleri ise su içi bitkileri ile kaplıdır. Bütün sulak alanlarda olduğu gibi, Uluabat Gölü’nde de en yaygın bitki grubu kamış ve sazdır. Pharagmites australis’in hakim olduğu yerlerde yem kanyaşı, su sandalye sazı ve Stachys palustris görülmektedir. Gölün kuzeybatısındaki geniş sulak çayırlıklarda, deniz sandalye sazı hakimdir. Alanda görülen diğer türler, bataklık sandalye sazı, Agrostis stohonifea ve mızraklı kaşık otudur. Uluabat Gölü, Türkiye’nin en geniş nilüfer yataklarına sahiptir. Beyaz nilüfer gölün kuzeydoğu kıyılarında ve Mustafakemalpaşa Çayı’nın göle giriş ağzında çok geniş alanları kaplamaktadır. Nilüferlerin bulunduğu alanlarda tilki kuyruğu, kıvırcık su sümbülü ile su sandalye sazı görülmektedir. Gölün kuzeydoğusunda ise, nilüferlerle birlikte dik sığır sazı ve Paspalum paspolodes bulunmaktadır. Tilki kuyruğu ve su sümbülleri gölde yaygın olarak görülen diğer bitki türleridir. Tilki kuyruğu gölün güneybatı ucunda ve Mustafakemalpaşa Çayı’nın döküldüğü yerlerde saf topluluklar oluşturmaktadır. Gölün güneybatı kesimlerinde ılgınlar, tuzcul karakterli Salicornia üyeleri, Artemisia santericum, Hordeum marinum ve Bromus hordeaceus yaygındır. Yine Mustafakemalpaşa Çayı’nın döküldüğü yerde söğüt ve ılgınlardan oluşan bitki toplulukları bulunmaktadır. Uluabat Gölü, biyolojik üretim yönünden eutrophic (bol gıdalı) göllerimizden biridir. Planktonlar ve dip canlıları bakımından zengin oluşu, değişik türden çok miktarda canlının üremesi ve beslenmesi için ideal bir ortam oluşturmuştur. Göldeki yüz binlerce kuşun varlığı bunun en önemli göstergesidir ve bu bakımdan Avrupa ve Ortadoğu’nun da en önemli sulak alanlarından biridir. Gölde 21 değişik balık türü saptanmıştır. Diğer göller ile karşılaştırıldığında bu sayı oldukça yüksektir. Anadolu’ya kuzeybatıdan giren kuş göç yolu üzerinde yer alması, önemli kuş alanlarından Kuş Gölü’ne çok yakın mesafede (35 km) bulunması, besin maddelerince oldukça zengin olması ve uygun iklim koşullarının var oluşu değişik türden kalabalık kuş gruplarının alanda beslenmesine, kışlamasına ve üremesine olanak sağlamaktadır. Uluabat Gölü, dünya çapında yok olma tehlikesi altında olan kuş türlerinden küçük karabatağın ülkemizdeki en önemli üreme alanıdır. Türkiye’deki toplam kuluçka popülasyonu 1500 çift olarak tahmin edilen türün, 300 çifti alanda kuluçkaya yatmaktadır. Gölde üreme dönemi dışında da önemli sayıda küçük karabatak barınmaktadır. Uluabat Gölü yine dünya çapında yok olma tehlikesi ile altında olan tepeli pelikanın da önemli beslenme ve kışlama alanlarından biri olup, Ekim 1994’de gölde 136 bireylik popülasyonu kaydedilmiştir. Gölde, kuluçkaya yatan diğer önemli türler;Alaca balıkçıl, kaşıkçı,küçük ak balıkçıl, ve çeltikçi, küçük balaban, gece balıkçılı, erguvani balıkçıl, saz delicesi, bataklık kırlangıcı, mahmuzlu kız kuşu , bıyıklı sumru, kara sumru gölde kuluçkaya yatan diğer kuş türleridir. Uluabat Gölü’nün Ramsar Alanı ilan edilmesine neden olan Karabatak (Phalacrocorax pygmaeus) kolonilerinin en yaygın olarak yer aldığı bölge olduğu gibi, Uluabat Gölü, biyolojik üretim yönünden eutrophic (bol gıdalı) göllerimizden biridir. Planktonlar ve dip canlıları bakımından zengin oluşu, değişik türden çok miktarda canlının üremesi ve beslenmesi için ideal bir ortam oluşturmuştur. Göldeki yüz binlerce kuşun varlığı bunun en önemli göstergesidir. Gölde 21 değişik balık türü saptanmıştır. Anadolu'ya kuzeybatıdan giren kus göç yolu üzerinde yer alması ve önemli kus alanlarından Kus Gölü'ne çok yakın mesafede bulunması sebepleriyle Uluabat Gölü kus varlığı yönünden sadece ülkemizin değil, Avrupa ve Ortadoğu’nun da en önemli sulak alanlarından biridir. Uluabat Gölü dünya çapında yok olma tehlikesi altında olan kus türlerinden küçük karabatağın ülkemizdeki en önemli üreme alanıdır. Uluabat Gölü, yine dünya çapında yok olma tehlikesi altında olan tepeli pelikanın da önemli beslenme ve kışlama alanıdır. Uluabat Gölü yine dünya çapında yok olma tehlikesi ile altında olan tepeli pelikanın da önemli beslenme ve kışlama alanlarındandır. Uluabat Gölü dünya üzerinde sadece 40 gölün sahip olduğu YAŞAYAN GÖL-LIVING LAKES unvanına sahip TEK göldür. Uluslararası Yaşayan Göller Ağı’nın (International Living Lakes Network) üyesidir. RAMSAR SÖZLEŞMESİ, RAMSAR ALANI NEDİR? İran'ın bir şehri olan Ramsar'da 1971'de imzalanan anlaşma sonucu dünyanın en önemli sulak alanlarının tescillenmesine karar verilmişti. Ramsar statüsü kazanmak, bir sulak alanın bir nevi altın madalya ya da beş yıldız kazanması demek. Bir yerin Ramsar alanı olması için Dünya Ramsar Sekreterliği'nin belirlediği bilimsel kriterlere uygunluk göstermesi ve dünya çapında önem taşıması gerekiyor. Bu kriterlere uygunluk sağlayan alanları değerlendirip, Ramsar Sekreterliği'ne yollama kararını, sadece ülkenin sulak alanlar komisyonu verebiliyor. Dokuz kriterden birini karşılamak Ramsar alanı olmaya hak kazanmak demek oluyor.
Kangal Köpek 
Karacabey Harası'nda (TİGEM Karacabey) Kangal (Karabaş), Akbaş (Karbeyaz) ırkı çoban köpeklerinin yetiştiriciliğine 1992 yılında başlanmıştır. Bu yetiştiriciliğin amacı; ülkemizin değişik bölgelerinde bilinçsiz ve başıboş üreme ve yetiştirme neticesinde ırk özelikleri iyice yozlaşarak, neslinin kaybolma tehlikesine giren Türk Çoban köpeklerinden olan Kangal (Karabaş) ile Karbeyaz (Akbaş) çoban köpeklerinin ırk özelliklerini en iyi temsil eden materyalin seleksiyonla çoğaltılarak, ırkın muhafazası ve ihtiyaç duyan üreticilere intikalini sağlamaktır. İşletmede köpekçilik ünitesinde değişik döl kademelerinde 86 baş Karbeyaz (Akbaş) 151 baş Karabaş (Kangal) olmak üzere 237 baş köpek mevcut olup, yılda yaklaşık 200–250 damızlık yavru dağıtılmaktadır.
Karacabey Türküsü 

Derleyen: Muzaffer Sarısözen Kaynak: Rahim Elbir-S.Eken-M.Akıner, Nota: Muzaffer Sarısözen Yöre: Bursa Karacabey Dinlemek için tıklayınız.

KARACABEY MANİLERİ 
Türk halk şiirinin en küçük nazım şekli olan manilerin yaygın temaları aşk ve özlem olmakla beraber, gündelik hayatla ilgili her konu da olabilir. Bunlar niyet manileri, atışma manileri, tarlada- işte çalışırken gelip geçenlere söylenen maniler, bekçi ve davulcu manileri, düğünlerde söylenen maniler, ayrılık, buluşma, gurbet v.b. olaylar karşısındaki yoğun duygu ve dilekleri yansıtmak için kullanılan bir araç olarak çeşitlendirilebilir. Özel bir ezgi ile söylenirler. Yazarları bilinmeyen folklor ürünleridir. Yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş, belirli kuralları olan, anonim halk edebiyatının sözlü anlatım ürünleri arasında çağlar boyu yaygın bir şekilde kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze ulaşmış olan mani söyleme geleneği halen varlığını korumakta olmasına rağmen son yıllarda geçmişe oranla önemini kaybetmektedir. Duyguların, arzuların toplumsal baskılar nedeniyle açıkça söylenemediği dönemlerdeki törenlerde, hıdrellezlerde, kına gecelerinde, tarlalarda bir araya gelen insanların arasındaki insani ilişkileri iletme görevi üstlenen ve her biri duygu yüklü olan maniler günümüzdeki varlığını, toplumsal kuralların eskisi kadar katı olmaması, teknolojinin gelişmesi, insanlar arasındaki iletişimin farklılaşması nedeniyle şimdilerde orta yaşlıların belleklerinde, panayırlarda tavşana çektirilen niyet manilerinde veya sakız ambalajlarının içinde yazılı olarak sürdürmektedir. Mani söylemek için “mani düzmek”, “mani yakmak” ya da “mani atmak” deyimleri kullanılır. Maniler çoğunlukla yedi heceli dört dizeden oluşur. İlk iki dize uyağı doldurmak ya da temel düşünceye bir giriş yapmak için söylenen hazırlık dizeleridir. Genellikle asıl söylenmek istenen düşünceyle anlam bakımından ilgisi pek yokmuş gibi görünse de konuya bağlı olarak yorumlanabilir. Üçüncü dizenin serbest olması mani söyleyene kolaylık sağlar. İlk iki dizenin son iki dize ile anlam bağlantısı yoktur. Asıl anlatılmak istenen temel duygu ve düşünce son iki dizede verilir. Genellikle birinci, ikinci ve dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dizeler serbesttir. Birinci ve üçüncü dizeleri serbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı maniler de vardır. Dize sayısı dörtten çok olan manilerin uyak düzeni de değişiktir. Fazla yaygın olmamakla birlikte, dizeleri 4-5-8-10-14 heceli kalıplarla söylenmiş maniler de vardır. Karacabey’de, zamanın süpürgesinin etkisinde kalmaktan kurtulmuş ve toplumsal hafızada halen varlığını korumakta olan manilerden birkaç örneği burada sunmaya çalışacağım. Burada verilebilecek en güzel örnek sanırım düğünden bir gün önce yapılan “kına gecesi” eğlencesinden sonra, eğlenceye katılan genç kızların gelin ile birlikte sabaha karşı damadın, damadın akrabalarının ve sağdıçlarının evlerini dolaşarak evlerinin önünde darbuka eşliğinde maniler söylemeleridir. Buna “övme” denir. İsmi söylenerek her övülen kişi gelen gruba bahşiş verir. Bahşiş geciktikçe manilerin dozu sertleşir. Bahşiş alınınca da (Çok teşekkürler ederiz- Aldık bahşişi gideriz) denir. Şimdi övme manilerini görelim: İşte geldim koşa koşa Ayağımı vurdum taşa İki gözüm Hasan abi Naşlıyalım naşlıyalım Ayvaya gül haşlıyalım İki gözüm Hasan abi Önce senden başlıyalım. Ne uyursun, ne uyursun Uykularda ne bulursun Al abdesti kıl namazı Cennet alayı bulursun. Alay değil, alay değil Sinirlerde kolay değil İki gözüm Hasan abi Dayı olmak kolay değil. Tarlalarda olur bakla Güvercinler atar takla İki gözüm Hasan abi Kesenin dibini yokla. Şekerim var ezilecek Tülbentlerden süzülecek Gel bekletme ev sahibi Çok yerim var gezilecek Şu evleri kimler yaptı Çatısını kimler taktı İki gözüm Hasan abi Keseni karga mı kaptı. Ermicen mi ermicen mi? Yola urgan germicen mi? İki gözüm ev sahibi Bize bahşiş vermicen mi? Hıdrellez günü sabahı söylenen manilerin de ayrı bir havası var. Hıdrellezden bir gün önce mahallenin/köyün kızları kendilerine ait altın veya gümüş bir takısını (yüzük, küpe v.b.) içine el girebilecek büyüklükteki niyet çömleğine koyarlar. Çömleğin ağzı bir bezle kapatılır ve kırmızı kurdele ile bir de kilit bağlanır. Hıdrellez sabahı bütün kızlar çömleğin başına toplanır. Çömleğin üzerindeki kilit en yaşlı kızın başının üzerinde açılır, ki bahtı açılsın. En küçük kız da küpün başına oturtulur. Başı da kırmızı örtü ile örtülür. Bir kişi manicibaşı olur. Maniler söylenmeye başlar. Her söylenen maniden sonra küçük kız çömlekten kimin takısını çıkarırsa mani onun kısmeti olur. Birkaç örnek verelim. Karacabey yolları Taş olsun toprak olsun Kör olsun topal olsun İlle sevgilim olsun Hoca geliyor hoca Elinde mavi bohça Bizi küçük sanmayın Biz de isteriz koca. Mani mani manisi Benim yarim hangisi Orta boy kara kaşlı Yoktur burda kendisi. Yeniköy bayır olsa Dört yanı çayır olsa Benim gözlerim kara Yarimin çakır olsa. Bugün günlerden Cuma Allah’a ettim dua Git gel yarim askere Biz de kuralım yuva. Bahçenin kapısını Bir yumrukta açarım Söyle yarim annene Vermezseler kaçarım Masa üstünde çiçek Çiçek üstünde böcek Beni alacak çocuk Sigara içmeyecek. Gemi geliyor gemi İçinde düzeni yok Karacabey içinde Yarimden güzeli yok. Altını ezdiririm Gerdana dizdiririm Kara gözlü yarimi Arkamdan gezdiririm Sarı kavunu deldim Yere düşünce sildim Yarimin kıymetini Ayrı düşünce bildim. Kolumdaki bilezik Sımsıkı oynamıyor Yarimden başkasına Hiç kanım kaynamıyor. Bizim kamyon kırmızı Dolaşıyor Kıbrıs’ı Çifte yılanlar soksun Yarime bakan kızı Hıdrellezlerde yapılan eğlencelerde kızlar ile erkekler arasında olduğu gibi kızlar arasında da mani atışmaları yapılır. Buna “deyiş” denir. Soru cevaplı biçimde düzenlenen bu maniler bazen de belirli bir konu üzerinde söylenir. Böyle manilerde, genellikle konu ile ilgili bir sözcük ya da söz öbeği her manide yinelenir. Çoğunlukla doğaçlama söylenirler. Bir atışma örneği verelim. Mani maniyi açar Mani bilmeyen kaçar Gel mani söyleyelim Hangimiz üste çıkar. Kurşunlu minaresi Otuz iki basamak Kurşunlu’dan kız almak Cennetten gül koparmak Armut dalda sallanır Sallandıkça ballanır Kurşunlu’nun kızları Hep peşimde dolanır Karşıda duran oğlan Saçını tara oğlan Senin dengin yok burda Dengini ara oğlan. Karanfili budama Sefa geldin odama Güzel isen gel otur Çirkin koymam odama. Bisiklete binersin Karıncayı ezersin Madem benden güzelsin Niye bekar gezersin Kara tepe altında Arpa biçerim arpa Sanma seni severim Dalga geçerim dalga. Bizim evin yanına Perde ördüm camına Benden başka seversen Yazık senin şanına. Ah uluma uluma Peynir koydum tuluma Sen mani bilmiyorsun Köpek gibi uluma. Maniler halkımızın özlemlerini, beklentilerini, inançlarını, yaşam felsefesini, geleneklerini, alışkanlıklarını, duygularını yansıtan en güzel araçlardır. Köprü altında musluk Şahin öttürdü ıslık Karacabey kızları Kavrulmuş taze fıstık. Bursa’nın çocukları Giymişler gocukları Aman ahret ne güzel Şu Seyran çocukları Motor geliyor motor Arkasında pulluklar Canbolu oğlanları Kız tavlarken uyuklar. Subaşı’nın çeşmesi Yosun tutmuş akmıyor Subaşı’nın kızları Yabancıya bakmıyor. Beylik köyün merası Adım adım arası Şu Beyliğin kızları Altmış motor parası. Masa üstünde bardak Yuvarlaktır yuvarlak Hem dondurma hem kaymak Dağkadı’dır köyümüz Zemzem akar suyumuz Köyünüzü çok sevdik Yok mu bekar oğlunuz. Karanfil deste deste Gel de annemden iste Eğer annem vermezse Saat beşte ben sizde. Dolmuş geliyor dolmuş Duydunuz mu ne olmuş? Benim sevgili yarim Dolmuşa şoför olmuş. Kara kara kazanlar Kara yazı yazanlar Cennet yüzü görmesin Aramızı bozanlar. Kızın adı Münevver Merdivenden iniver Dünürcüler geldimi Nişanlıyım deyiver. Ayakkabımın teki Akşamdan beri kayıp Nişan olmadan yarim Bize konuşmak ayıp. Yaz yarim mektupları Koy kibrit kutusuna Bizim ordan geçerken At evin avlusuna. Ay ok mudur, ok mudur? Yarim karnın tok mudur? Beyaz gömlek giymişsin Kravatın yok mudur? Sütü pişirdim sütü Toprak tenceresinde Gel yarim konuşalım Poyraz penceresinde. Manici başı mısın? Cevahir taşı mısın? Sana mektup yollasam Cebinde taşır mısın? Suya giderim suya Elmayı soya soya Kaldır yarim şapkanı Göreyim doya doya. Masa üstünde pekmez O pekmez bana yetmez Yarin aldığı aylık Benim süsüme yetmez. Kahveye fincan koydum İçine mercan koydum Kaynanamın adını Acı patlıcan koydum. Siyah saçı örmezler Seni bana vermezler Gel beraber kaçalım Karanlıkta görmezler. Bahçenin kapısını Açamıyorum yarim Anneme duyurmuşlar Kaçamıyorum yarim. Pancar pezik değil mi? Yürek ezik değil mi? Ben sevdim eller aldı Bana yazık değil mi? Saçlarımı uzattım Her gün öreyim diye Köy içinden yar sevdim Her gün göreyim diye. Karakolun önleri Döndürür gidenleri Nereye gömüyorlar Sevdadan ölenleri. Bizim evin önünde İki saksı küpeli Bizi kul ayıramaz Ölüm bile şüpheli. Pencerede perde yok Ben ona şaşıyorum Sevgilisi olmayan Demesin yaşıyorum. Yaza yaza yaz geldi Derelere kaz geldi Daha yazardım ama Mürekkebim az geldi.
Düğün - Nişan vb Gelenekler 
Düğünler başlı başına bir olaydır Karacabey'de. Her düğünde umutlar kazanılır, mutluluk yakalanmaya çalı­şılır. Evlenme İsteğinin Belli Edilmesi: Evlenme konusunda kızlar, genellikle (varsa) yengelerine açılırlar. O da bir fırsatını bularak kızın anasına meseleyi uygun bir dille iletir. Yengesi olmayan kızlar da, diğer kadın akrabalardan birini devreye sokarlar. Arfhesine kendisi açılanlar da vardır. Delikanlılar da evlenme çağına geldik­lerinde, anne veya babaları, oğullarıyla iyi ilişki içinde olan bir başka erkeği devreye sokarlar. Seçilen bu kişi, onun evlenme konusundaki düşüncelerini öğrenmeye çalışır. Kiminle evlenmek ister? Hangi kızla aralarında gönül bağı vardır? Bu kişinin yardımıyla aile büyükleri konuyu ikinci kanaldan öğrenirler. Genç kızlar gibi, delikanlılar­dan da aile büyükleriyle doğrudan ken­disi konuşanlar da vardır. Bu eğilim ve uygulama gittikçe artmaktadır. Dünür Gezme, Söz Kesme: Oğlan tarafı, bir kadın akrabasını kızın evine gönderir. Konukların geleceği gün bildirilir. Delikanlının en yakın kadın akrabaları, bildirilen akşam kız evine giderler. Kız istemeye gelenlerin içindeki en yaşlı kadın akraba: "Allah (c.c.)'ın emri ve Peygamber (s.a.v.)'in kavli ile kızınızı istemeye geldik." Der. Bunun üzerine kız tarafı "düşüneceklerini" belirtir. Çünkü daha evin erkekleriyle görüşülecektir. Genellikle ilk isteyişte kız tarafı kesin söz vermez. Fakat, ilk gidişte de kesinlik belirten, "evet" veya "hayır" diyenler çıkar. Her ikisi de toplumda doğal karşılanır. Kızını verme eğiliminde olan aile, gelen dünürlere karşı oldukça olumlu ve sıcak davranır. Oğlan tarafı, kendilerine karşı gösterilen ilginin derecesinden kız tarafının eğilimini tahmin eder. Kızını vermeyi kararlaştıran kız ailesi, delikanlının evine bir liste gönderir. Bu listede, oğlan evinden istenenler yazılıdır. Oğlan tarafı listeyi inceler. Uygun görülenler ve görülmeyenler değerlendirilir. Bir akşam kız ve oğlanın erkek akra­baları kız evinde toplanırlar. Liste üzerinde açıktan pazarlığa oturulur. Sonunda iki taraf da isteklerinin bir kısmından vazgeçerek bir anlaşma ortamı sağlanır. Bu liste yüzünden sonu­ca ulaşamayan evlilik girişimlerinin olduğu da gözlenmiştir. Liste üzerinde anlaşma sağlandıktan sonra, kız evinden bir kişi, delikanlının babasına içinde iki mendil ve bir çift çorap bulunan şaseyi verir. Bu şase kalp biçiminde bir çeyiz parçasıdır. Kayınpeder adayı da şaseyi verene armağan verir. Böylece söz kesilmiş olur.